Küçük Kıyamet

12 Mart 2021 0 Yazar: admin

Vaktiyle bir kitapta okumuştum, aslında bütün insanların renkli rüyalar göremediğini. Hatrı sayılır azınlıktaki insanlar sadece siyah beyaz rüyalar görürmüş. Rüyanın rengi azalsa dahi içindeyken gerçekle farkını anlayamıyormuş insan. Konu rüya olunca tabi ki bir kere soruyor muhakkak uyanınca ya ben o kelebeğin rüyasıysam…

Bir adam, gerçekle rüyanın farkının anlaşılamadığı zamanlarda, öylesine bazen ölesiye bir bunalım içinde yaşıyorken, kendi senaryosundaki başrolünü kaybetmiş bir yandan da hayata tutunmak için bir amaç arıyormuş. Aslında saygı görmeyen, küçük görülen problemlerini başkalarının dilinden dinlemekten sıkılmış, kartlarını açık oynadığı için mevcut düzenin içinde sıkıştırılmış bir hayat sürüyormuş. Ta ki o güne kadar.


  1. Bölüm

“Aman kendini asmış yüz kiloluk bir zenci”

Son belki 10 yıldır kağıt ve kalemden çok dokunduğu mouse ve klavyesi önünde, penceresi sigarasının dumanını dağıtsın diye açık, gece hiç olmadığından daha da soğuk ve biraz da içini ısıtan meyler ve şarkılar var masasında… Her zamanki köşesinde anlaşılmayı bekliyor birileri tarafından. Ne anlayacakları tanıyor ne de neyi anlayacaklarını biliyor. Sadece farkında, ortada bir yanlış var bir aksaklık, canını sıkan bir detay ama ne olduğunu bulamamış… Öyle ki artık o son açtığı şiir Ülkü Tamer ‘in Konuşma şiiri Haluk Bilginer’in sesinden, sözlerini buram buram içinde hissediyordu ki çok canım sıkılıyor diye bağırmak istemişti, avaz avaz, sesinin çıktığı kadar ama yapamadı. O gücü de kendinde bulamadı. Dönemin şartlarına uygun bir şekilde arama motoruna yazmayı tercih etti. Bir insan arama motoruna gerçekten çok canı sıkıldığı için çok canım sıkılıyor yazıyorsa belki de gerçekten canı bir şeylere sıkılıyordur diye düşünmüştüm.

Aslında anlatsa bir hikaye çıkarılabilir hayatından belki seyir zevki düşük ama manasının büyük olacağına eminim ve o vakitler anlamıştım ki temel sorunu da buydu, hayatının her anına, yaşadığı ve yaşayacağı her olaya herkesten farklı bir anlam yüklüyordu. Sonrasında bir köşede anlaşılmayı bekliyordu ki beklemek ateşten şiddetlidir derler, bu yüzden yazmayı tercih etti bazı bazı, çoğu zamanda aklından geçenleri dökebileceği bir kağıt, bir kalem bulamadı.

Ara ara aklına ansızın gelen anılar, güzel günler, kaybedişler, başarısızlıklar hep düşündürüyordu onu. Eskiyi hep sevmesinin sebebi de belki buydu. Yaşı ilerledikçe, hayatına yeni insanlar girdikçe düzen içinde hissetiği o eziklik duygusundan kurtulmuş ama o süreçleri hiç unutmamıştı. Çocukluğuna dair her şeyi, hayalgücünü bile hiç kaybetmemişti. Bu artık yoruyordu ama onu. Artık gücünün tamamen çekildiğini hissettiğinde “mucize” dedi, “bir mucize”… Gözleri birden kararmıştı ve yoğun bir baş ağrısı hissediyordu.


2. Bölüm

“O gün gelir yüzleşirsin geçmişinle”

Belki akşamdan kalmış olmanın yorgunluğu ve baş ağrısı ile yavaş yavaş kendine geliyordu ama gözlerini açamıyordu henüz sadece birtakım sesler duyuyordu. “Oğlum hadi uyan lan, geldik!” diye bir ses duydu. Gözlerini açtığında bir otobüsteydi, yanında liseden arkadaşı Hakan… “Ne uyudun lan, bütün trafiği uyuyarak geçirdin.” Yüzünde yoğun bir şaşkınlık vardı. Anlaşılır gibi değildi de durum. “Hakan sen evlenmedin mi? Belçikada değil miydin oğlum sen?” dedi. “Rüyanda ne gördün oğlum sen Peykan” dedi Hakan, biraz daha uyusan herhalde cenaze namazımızı da kılacaktın.” Anlam verememişti bütün bu olan bitene. Yine yeri geliyordu bir gecede cahil kaldık demenin ama şaka kaldıracak durumda değildi.

O her zaman olaylara tepki vermede gecikmişti, önce sindirip sonra ne oluyor diyenlerdendi. Öyle ki tanımadığı biri selam verse sanki tanıyormuş gibi konuşur, halini hatrını sorar o gittikten sonra kim olduğunu düşünürdü. “Oğlum sen küçülmüşsün, sakalların felan da gitmiş” dedi. “Ulan bi bitmedi şu şişman şakalarınız, maçtan önce böyle mi rakip eksiltiyorsun. Hadi geldik inelim” dedi Hakan. Elinde gerçektende bir sırt çantası vardı.

Anlamaya çalışıyordu tüm olup biteni hala yoğun bir baş ağrısı vardı. Otobüsten inerken camda yansımasını gördü, yüzündeki gençliği gördü, sakallarının yokluğunu farketti, kolları ise çok daha inceydi o zaman her şeyi farketmişti. Her ne kadar yaşadığı her olaya derin manalar yüklese de, kolunun kalınlığından hangi zamanda olduğunu tahmin edecek düzeyde takıktı vücuduna. O kısa süre içinde belki de duasının kabul olduğunu düşündü. Belki de yaradan ona hikayenin ortasından yeni bir şans vermişti. Mizacı gereği bunu kabullenmesi uzun sürmedi. Ta ki halı sahaya varana kadar her şeyi benimsemişti. Nerede ve ne zamanda olduğunu biliyordu ama bazı şeyleri hatırlamaya çalışıyordu.

“Telefonum var mı la benim?” diye sordu Hakan’a. “O nasıl soru oğlum çantanda duruyordu ya işte” dedi Hakan. Aslında telefonun kamerasından kendine bakmak istiyordu ama telefonunun kamerasız eski model bir telefon olduğunu gördü ve biliyordu her ne kadar garip olsa da soruları, söyledikleri kimsenin durumun farkına varması imkansızdı ve rahattı o yüzden. “Özlemişim len seni” dedi Hakan’a. “Sana yolda uyumak iyi gelmemiş kanka iki saat uyudun tüm gün gördüğün adamı özledin, hayırdır inşallah” dedi Hakan. Mutluydu, uzun zamandır hiç olmadığı kadar mutlu, huzurun kokusunu hissediyordu. Üstlerini değişip sahaya girdiler.

O anda o güne dair bir şey hatırladı. Birazdan topa vururken o ilkokulda tanıdığı, çok sevdiği belki de çok yazdığı ama hiç konuşmadığı kızı görecekti. O anda keskin bir ok gibi aklına bir şey takıldı, bu yaşadığı durum ikinci bir şans mıydı yoksa aslında olan onca şey 25 yıllık yaşamı gerçekten otobüste gördüğü bir rüya mıydı? Dejavu mu yaşayacaktı birazdan. O anı, o günkü gibi heyecana bürünmüş bir şekilde bekliyordu. Oğlum Peykan dedi kendi kendine iki türlü de, yaşanan onca şeye rağmen değer.

İdil aslında onun çocukluk aşklarından farklı olarak, konuşmaya ilk cesaret ettiği kişiydi, uzun uzun ilk mesajlaştığı. İlkokuldayken yüzyüze hiç konuşmadı, hiç sesini duymadı belki ama hayalinde insan bir şekilde İdil’e bürünmüştü. Belki görse tanımazdı ama görme ihtimalini hep istemişti, vakit buldukça hep o çevreye uğrar, müdavimi olduğu bir cafede kahvesini içer ve umut ederdi. Onca konuşmanın artından iletişimin bir şekilde kopması onun hatasıydı. Yaş ilerledikçe çocukluk demişti ama şimdi o çocukluğu yeniden hissediyordu. Önceden yaptığım neyi yapmamalıyım diye düşünüyordu.

O sırada İdil daha önce olduğu gibi yine okulundan çıkmış tam sahanın kenarından otobüs durağına doğru gidiyordu ve daha önce olduğu gibi Peykan’ı farketti ve yine Peykan ‘da onu. Hikayenin öncesinde de farketmişti Peykan ama farketmemezlikten gelmişti o cesarete sahip olmadığı için. Hikayenin sonrasında yıllara rağmen, değişin önce söze, düşünceye rağmen hiçbir şey değişmemişti, yine o cesareti kendinde bulamadı, görmemiş gibi yaptı, heyecanlıydı ama çaktırmadan bakıyor bir yandan da Hakanla konuşuyordu. “Kanka bu maçı alacağız, 0 gol yeme garantisi veriyorum sana.” dedi. “Noldu lan birdenbire inanca geldin, hayırdır. Şuradakiler bize mi bakıyor? ” dedi Hakan. “Yok be oğlum bize niye baksınlar” diye geçiştirdi Peykan, bir yandan bir şey yapamadığı belki de yapmadığı için kendine kızıyor diğer yandan da tarihin tekerrürlüğüne küfrediyordu içinden. Birazdan ondan gelecek bir mesaj bekliyordu ama bu sefer ne yazacağını bilmiyordu, yazamadı da.

Normalde bir insan hayatın ortasına ikinci kez atıldığında veyahut 10 yıllık bir rüyadan uyandığında ilk işi, görmek istediği görmek, konuşmak istediği insanlarla tekrar konuşmak ya da şans oyunlarıyla zengin olmak olurdu ama o sanki banttan kayıtlı kaset gibi aynı şekilde devam ediyordu hayatına. Öyleki geçmişe gitmiş ve ilk işi halı saha maçına katılmak olmuştu. Ya da öyle görünse de yıllar önce yaşadığı duyguyu tekrar yaşayıp, İdil’i tekrar o şekilde görmenin bile o mutluluğu ona yetmişti. Bunun farkını anlayamamıştım. Çünkü o her zaman, insanlarla arasına bir noktada mesafe koyardı. Her zaman değer verdiği, sevdiği insan ya hayal ettiği gibi değilse korkusunu yaşıyordu. O yüzden yıllar sonra geri döndüğü o anda bile bir şey yapamamış, nihayetinde İdil iyisi mi sen benim hep hayallerimde kal demişti.

Maç tamamlanmış, maç sonrası sigaraları yakılmış ve çayları içiliyordu. Kız çok güzel lan dedi kendi kendine. Kim güzel diye sordular oradakiler. Konuyu çaktırmamak için “Zeynep Bastık, ama siz daha muhtemelen tanımazsınız.” dedi.

Baş ağrısı hiç azalmamıştı devam ediyordu hala üstüne bir de sol bacağında bir uyuşukluk hissetmeye başladı, maçtan dolayı olabileceğini düşündü. Otururken gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı. Peykan hadi gidelim sesleri duyuyordu sadece. Gözleri tamamen kapandı yoğun baş ağrısından belki de açamıyordu ama bir süre sonra sesler uzantan ve boğuk boğuk gelmeye başlamıştı.


3. Bölüm

“Mutlu olmak zordur derler kötü günler görmeden”

Gözlerini açtığında bir hastahane odasındaydı, hareket edemiyor konuşamıyordu, sol bacağında tamamen his kaybı vardı ve yoğun baş ağrısı devam ediyordu. Başını oynatamıyordu, gözleriyle etrafa bakınca yanında belki daha önce hiç görmediği 60 yaşlarında iki tane kadın gördü, refakatçi koltuklarında… Konuşmak istedi ben nerdeyim, siz kimsiniz demek istedi konuşamadı. Bir kaç dakika önce yaşadığı onca şeyden sonra neler olmuştu, ne zaman oraya gelmişti, bu kadınlar kimdi deli gibi merak ediyor ama soramıyordu. Endişeliydi, birkaç dakika o rahat ettiği, daha ne yapacağı hayalini bile kuramadığı andan bir hastahane odasına gelmişti. Kadınlar kendi aralarında konuşuyordu onlara kulak verdi.

” Anam bacım, çocuk zaten ailesini depremde kaybettikten sonra kafayı iyice yemiş, işten eve, evden işe, kimseyle konuşmadan etmeden. Geceleri ayık gezmiyormuş zaten ta ki bizim kızla tanışana kadar. Bizim kız ona umut olmuş, hayata yeniden bağlamış onu. 2 sene önce trafik kazasında hem eşini hem kızını kaybedince çocuk tabi iyice delirdi tabi. Ay! bi de hastalığı çıktı başımıza. Bu kaçıncı intihar bilmiyorum. Bizimki bıraksa da biz de kurtulsak o da kurtulsa.”

Diğer kadın ” Ay size ne be! yorgan gitmiş kavga bitmiş, elin çocuğu anası babası yok. Sizin de derdiniz yokmuş gibi başınıza yük almışsınız. Hem bu oğlan o gün arabayı vermese de kendi götürse hiç bunlar olmayacaktı.”

“Ay sorma sorma. Hem benim kızımı torunumu aldı götürdü. Hem de üstüne çilesini bize çektiriyor. Bizimki güya normalde bu çocuk eve hep eli dolu geldi, her işimize koştu diye bırakamıyor. Aman canım, kızım o olmasaydı belki yaşayacaktı, laf anlatamıyorsun ki. “

Dinleyemedi daha fazla dinleyemedi. Mucize bu olmamalıydı, istenmediği yerde, istemediği şekilde yatıyordu. Ailesini bir daha göremeyecek olmasının, hiç tanımadığı eşini ve kızını trafik kazasında kaybetmenin üzüntüsünü hissetti, en kötüsü de buna sebep olmanın. Ağlamak istedi ağlayamadı. Ne oluyor lan diye bağırmak istedi bağıramadı. Bir gece öncesine dönmek istiyordu sadece.

Hasta döşeğine yatmış biri için duyabileceği en ağır söz bari hayırlısıyla acı çekmeden ölse de o da kurtulsa sevenleri de kurtulsa sözüdür ve bunu birinci ağızdan duyduğu vakit çevresinde çok ta sevdiği kalmamış demektir. O bunu hiç yaşamamıştı ama çok hissetmişti daha önce çevresinden. Şimdi ise hayatında hiç olmadığı kadar ezilmiş hissediyordu. Zaman zaman öldüğü vakti hayal ediyordu. Genç yaşında, bir amaç için veya birilerini kurtarırken ölmüş, en az etki bıraktığı insan bile gözyaşına boğulmuş bir şekilde. Aslında öyle de tasarlıyordu, ilkokuldayken anı defterlerine hep tvden ölümünün duyulacağına dair hikayeler bırakmıştı. Tehlikeli Oyunlardaki gibi; ölmek istiyordu, bir yandan da ölümünün nasıl karşılanacağı görmek ama hiç hayal etmediği bir senaryoyla karşılaşmıştı belki de hiç haketmediği…

Çokça hatalarım oldu, günahlarım fazladır ama ben bunu bu şekilde yaşayacak hiç bir şey yapmadım, isyanım dahi olması sana ama bu reva değil diye bağıracak oldu bağıramadı. Kadınlardan biri ay bunun başı kanıyor, burnundan da kan geliyor dedi. Baktığında gerçekten gözlerinin çevresinde dolaşan kanı görüyor, sıcaklığını hissediyor; ağzından ise tadını alıyordu. Yavaş yavaş gözleri kararmaya başladı. Sesler yine boğuk bir panik içinde uzaklaşıyordu.


Final

deli gönül neyi özler durursun
acınacak dostun cananın mı var

Sesimi duyan var mı ? Beni duyuyor musun genç? Konuşamıyorsan ışığa bak. Sesimi duyuyor musun? Bu sözlerle biraz irkildi halsiz bir şekilde. Üstünde betonlar ve tuğlalardan oluşan bir göçük, bir koltuğun üstünde, sol bacağı tamamen bir betonun altında kalmış, başına da darbe almış, yoğun bir şekilde kanamaya başlamış. Telefonunun sesi geliyordu uzaktan başka bir göçüğün altında Ülkü Tamer’in Konuşmak şiiri… Hiçbir şey düşünemiyordu, şok içindeydi ama sadece şuanki bulunduğu durum için değil, az önce yaşadığı o anlık anıların şokunu anlatamamıştı. Geçmişten geleceğe bir haber miydi bu, yoksa sadece bilinçaltının fırsattan istifadesi miydi? Düşünemiyordu sadece korku vardı içinde.

Tekrar sesimi duyuyor musun? lafını duyunca ışığa doğru baktı. “Aslanım benim” dedi yukarıdaki iyi misin diye sordu. Bacağını gösterdi Peykan. “Hiç dert etme aslanım, şimdi seni buradan çıkaracağız ama önce bacağını kurtarmamız lazım. Göçük tehlike arz ediyor şuan bacağının üstündeki betonu buradan kaldıracağız, hemen çekmen lazım. sonrasında ise maksimum 1 2 dakikamız var, göçüğü yerinden oynattığımız için tamamen üstüne çökebilir. Anladın mı aslanım?” Zar zor konuşarak “Ailem, onlar nerde ?” diye sordu. ” Merak etme, seni çıkaralım Allah’ın izniyle onları da çıkaracağız.”

Aslında hayati anlarda yaşadığınız her şey, her olayın gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu ayırt emek zordur. Buna genelde şok geçiriyor da derler ama o anda bile alınan her karar bir öğreti, bir refleks sonucunda oluşmuştur. En azından Peykan böyle düşünüyordu.

“Anladın mı aslanım” dedi yukarıdaki. Peykan kafasını oynattı. O anda saniyeler içinde kanca ile bağladıkları betonu çektiler. Peykan zorlukla da olsa ellerini kullanarak bacağını kurtardı. “Elini uzat” diye bağırdılar. Peykan hiçbir harekette bulunmadı o an. “Çabuk ol aslanım, elini uzat taşlar oynamaya başladı dedi” yukarıdaki.

“Mucize” dedi, “bir mucize…”, onun da bir bedeli var.

Vaktiyle bir kitapta okumuştum. Rüyadayken zihnimiz, bedenimizin o sırada gerçekten hissettiği bir şeyi rüyamızda birleştirebilirmiş ve bir rüyada en çok hissedilen duygu endişeymiş.